Karanlığı, ayıpları ve yalnızlıkları örtmek için yanmıştı yine şehrin ışıkları. Bütün yalanlar yüzlerce mumluk ampullerin asılı durduğu avizeler altında, bütün ayıplar loş ışıklarda ve bütün yalnızlıklar karanlıklarda hüküm sürüyordu...
Anahtarı ile kapı kilidini çevirirken yine tırnağı acımıştı işte Ahmet'in. Tırnaklarını kesmeyi hiçbir zaman öğrenememişti, hep derinden, en derinden kesiyordu. Kürdilihicazkâr makamında gıcırdayan kapıdan içeri girip ayakkabılarını çıkardı, omzundaki çantayı duvarın dibine bıraktı ve açık olan kapıyı kapattı, kapı bu defa acemaşiran makamında seslendi ona, umursamadı...
Karanlık koridoru geçti hızla. Işığı yakmamıştı, 6,5 adım, ilk başladığı noktadan yarım adım kadar sağa doğru gitmek sol ayağının dolaba çarpmaması demekti. Bunu defalarca tecrübe etmişti, en iyi kılavuz serçe parmağının can acısı olmuştu. Odaya girdiğinde gözleri hepten alışmıştı karanlığa. Kanepenin önünde dikildi. Sokak lambasının turuncu ışığı ile aydınlanan güneşliğin üzerindeki lekeleri takıldı yine gözü. Özellikle perdenin orta yerinde duran o büyük leke, kim bilir hangi kendini bilmezin vücut sıvısıydı? Düşünmek bile midesinin bulanmasına neden olmuştu. Düşünmeyi bıraktı, emin oldu "cehalet mutluluktur".
Kendini kanepeye bırakırken gözleri karanlık tavana sabitlenmişti bile. Düşüncelere dalmak fakat yüzmeyi bilmemek; bir insanın karada boğulmasının en bilindik yoludur... Perdedeki leke aklına geldikçe babasını düşündü Ahmet. Onun üzerinde hiç çıkarmadığı iş gömleğini, gömleğinin üzerinde binlerce kez terlemenin yüzünden oluşan tuz izlerini ve rengi kaybolmuş gömleğin günün birinde kana bulanmasını. Her zaman olduğu gibi babasının hemen peşinden annesi de düştü aklına. Genç yaşta çocuğuyla ortada kalan bi kadının yaptığını yaptı o da, eşin/dostun aracı olmasıyla birine kocaya gitti. Ahmet ne kadar zaman kalmıştı o evde, ne zaman tak etmişti canına, ne zaman çıkmıştı kapıdan bir daha geri dönmemek için. Çok uzun zaman olmuş olmalı, hatırlayamadı. Bütün düşünceler hızla uzaklaşmaya başladı zihninden, yerine mutlak karanlık ve uykunun o bilindik tadı yayıldı vücuduna...
Kol saati olmadı Ahmet'in hiçbir zaman, zaten kol saatine ihtiyaç da duymadı o. Evinde nereden geldiğini bilmediği bir çalar saati vardı yalnız. Her şeyini onunla planlıyordu, zaten pek fazla planlayacak bir şey de yapmıyordu. Uyandığında el yordamıyla aradı çalar saati, yerde kanepe örtüsünün altında buldu, yattığı yerden perdeyi araladı ve içeri giren ışıkla görmeye çalıştı saatin kaç olduğunu, gece yarısı üç buçuk... Kendinden nefret ettiği o huyuna küfretti yattığı yerden. Saat kaç olursa olsun bir kere uyandı mı, bir daha uyuyamazdı, yine uyuyamadı. Kalktı yattığı yerden, banyoya doğru hareketlendi, 8 adım sağa doğru, sonra sola doğru 5 adım daha toplam 13 adım...
Aynadaki aksine baktı Ahmet, gördüğü şeyden hiçbir zaman memnun değildi. Aslında yakışıklı sayılırdı, yani en azından yüzüne bakılmayacak kadar kötü değildi. Bu şehre ilk geldiği zamanlar bi araba tamircisinde çalışmaya başlamıştı, yanlış anahtar uzattığı için yüzünde derin bir iz taşıdı hep. 15-16 anahtarın sağ şakağına denk geldiğinde aklından ne geçiyordu hatırlayamadı, belki dışarıdan geçen bisikletli bir çocuk, belki tamirhanenin asma katına almak istediği biraz daha temiz ve biraz daha yumuşak bir döşek. Düşüncesi her neyse şakağının acısıyla yarım kalmıştı, kesin. Aynada şakağına dokundu Ahmet, o işten çıktıktan sonra, daha doğrusu haftalığı bile ödenmeden kapının önüne koyulduktan sonra karanlıkta çok takip etti eski ustasını. Elinde bir zamanlar hurdadan bulduğu paslı sivri palayla çok gözledi onu. Hiçbir şey yapamadı. Korktu mu, yoksa vicdanı mı buna engel oldu bilmiyordu. Bildiği tek şey saatin 4 olduğu, sokak lambasının dinmek bilmeyen zırıltısı, bütün şehrin uyuduğuydu.
Elini cebine attı Ahmet, cüzdanını çıkardı. İçinde yok demeyecek kadar para da vardı ama o önemli değildi, Ahmet hiç parasız yaşadığı zamanlardan beri sevmezdi parayı. Nüfus cüzdanını çıkardı, perdeden sızan ışıkta baktı. Şimdi çalıştığı yer sigorta yapmak istediğinde fotoğraf çektirip değiştirmişti nüfus cüzadınını, fotoğrafçı çocuk bikaç rötüş hareketiyle yüzündeki yara izini silince kavga etmeye hazırlandı. İnsanlar başka insanların acılarını görmezden gelmeyi iş zannediyorlardı sanki. Sanki bir yarayı görünmez yapmak her şeyi bitirecekti. Neyse ki o gün kimseye vurması gerekmemişti, fotoğrafların rötuşsuz haliyle baskısını almışlardı.
Ahmet nüfus cüzdanına baktı saatlerce. Kim olduğu, nereden geldi, nasıl biri olduğu hep orada yazıyordu işte. "Benim" diyebileceği tek şey oydu. Eğer nüfus cüzdanı olmasaydı kim olduğunu bilemeyecekti Ahmet.
Sahi Ahmet kimdi?
Aynadaki aksine baktı Ahmet, gördüğü şeyden hiçbir zaman memnun değildi. Aslında yakışıklı sayılırdı, yani en azından yüzüne bakılmayacak kadar kötü değildi. Bu şehre ilk geldiği zamanlar bi araba tamircisinde çalışmaya başlamıştı, yanlış anahtar uzattığı için yüzünde derin bir iz taşıdı hep. 15-16 anahtarın sağ şakağına denk geldiğinde aklından ne geçiyordu hatırlayamadı, belki dışarıdan geçen bisikletli bir çocuk, belki tamirhanenin asma katına almak istediği biraz daha temiz ve biraz daha yumuşak bir döşek. Düşüncesi her neyse şakağının acısıyla yarım kalmıştı, kesin. Aynada şakağına dokundu Ahmet, o işten çıktıktan sonra, daha doğrusu haftalığı bile ödenmeden kapının önüne koyulduktan sonra karanlıkta çok takip etti eski ustasını. Elinde bir zamanlar hurdadan bulduğu paslı sivri palayla çok gözledi onu. Hiçbir şey yapamadı. Korktu mu, yoksa vicdanı mı buna engel oldu bilmiyordu. Bildiği tek şey saatin 4 olduğu, sokak lambasının dinmek bilmeyen zırıltısı, bütün şehrin uyuduğuydu.
Elini cebine attı Ahmet, cüzdanını çıkardı. İçinde yok demeyecek kadar para da vardı ama o önemli değildi, Ahmet hiç parasız yaşadığı zamanlardan beri sevmezdi parayı. Nüfus cüzdanını çıkardı, perdeden sızan ışıkta baktı. Şimdi çalıştığı yer sigorta yapmak istediğinde fotoğraf çektirip değiştirmişti nüfus cüzadınını, fotoğrafçı çocuk bikaç rötüş hareketiyle yüzündeki yara izini silince kavga etmeye hazırlandı. İnsanlar başka insanların acılarını görmezden gelmeyi iş zannediyorlardı sanki. Sanki bir yarayı görünmez yapmak her şeyi bitirecekti. Neyse ki o gün kimseye vurması gerekmemişti, fotoğrafların rötuşsuz haliyle baskısını almışlardı.
Ahmet nüfus cüzdanına baktı saatlerce. Kim olduğu, nereden geldi, nasıl biri olduğu hep orada yazıyordu işte. "Benim" diyebileceği tek şey oydu. Eğer nüfus cüzdanı olmasaydı kim olduğunu bilemeyecekti Ahmet.
Sahi Ahmet kimdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder