6 Nisan 2013 Cumartesi

Ben Muhyiddin...

Cümleten SelamünAleyküm, ben Muhyiddin, bu kahvenin sahibiyim, çalışanıyım, müşterisiyim...

Aslında benim hikayem bi çay masasında başladı. Çayı çok severim ben. İnsanın sevdiği şeyden para kazanması güzel şey. O yüzden açtım burayı. İlk başlarda iyiydi ama sonra herkesin eli/ayağı kesildi. Bikaç demirbaş eşya, küçük bi çay kazanı, bikaç sohbet adamı kaldık geriye. Bir zamanların tıklım tıklım kıraathanesi şimdi çoluk çocuğun eğlence yerine döndü. Eline boyayı alan geldi geceleri. Biz temizlemekten sıkıldık, onlar yazmaktan sıkılmadı. Sonra sonra kabullendik bu yazıları, biz kabullenince de onlar yazmaz oldu...

Kaç defa şahit oldum bu masalarda "Pezevenk olsan bile, iki gün pezevenk, üçüncü gün Bey" derler muhabbetlerine. Yılların "kıraathane"si bir gecede "kerhane"ye dönüşünce çıkarmadım sesimi. Hem üç günde beyfendi olmak fena mı... Yine de satılık sadece çayımız var, o başka...

("Kıraathane" yani günümüzde kahvehaneler için kullanılan sözcük Arapça'da -kıraat- köküne hane eklenerek oluşmuş. Sonuç olarak ortaya "okuma evi" olarak çevrilecek bu kelime çay-kahve eşliğinde kitap/dergi/gazete okunan yerler için kullanılmış hep. "Kerhane" ise kötü anlamına gelen "kerih/kerh" kökünden türetilmiş diye duyduk.)

İyi de, kötü de bir bizler için. Zaten ayırt etmeye ne mecalimiz ne de kudretimiz var. Bir çay masasında başladı hikayem. Birgün çayımı içerken, başkaları da peydah oluverdi birden. Çaylar geldi, çaylar gitti. Sohbet baki kaldı ortada.

İşte bu yüzden anlatalım dedik. Daha vakit biraz erken, diğer arkadaşların toplanması biraz zaman alacak ama ben Muhyiddin, çayı demlerim birazdan, sonra toplanır herkes, oturur sohbet ederiz hep beraber...

1 yorum: