Cümleten SelamünAleyküm... Ben Muhyiddin...
Geçen yine böyle oturuyoruz, bi demlik koyduk masaya, çay doldurmak için kalkmak sohbeti bölmesin diye, konuşuyoruz. Ama kimse ne konuştuğumuzun farkında değil, umrunda da değil kimsenin. Konuşmak da fena halde koşmaya benziyor çünkü. İnsan konuştukça/koştukça hem soluk soluğa kalıyor, hem de çok hızlı ilerlemiş oluyor. Biz de konuştuk öyle, ondan, bundan belki biraz da şundan bahsettik. Çay içtik.
Bir ara dinlemekten de bahsetmiş olmalıyız, yani öyle kalmış aklımda. Dinlemenin her zaman sabır işi olmadığında, çoğunlukla gönül işi olduğunda karar kıldık. Yoksa insan bir ömür boyu başka bir insanı nasıl dinleyebilirdi ki? Gönül gözüyle görmenin varolduğuna inanıyorsak eğer (ki biz inanıyoruz) gönül kulağıyla dinlemek diye bir şey de olmalı bizce. Ve evet, kabul ediyoruz, bizler gönül sağırlarının dünyasında yaşıyoruz. Yaşamaktan kastım, çay içiyoruz.
İşte dostlar, laflafı açtı, çaylar dolduruldu, çaylar içildi. Bir masada, birkaç insan. Koca dünyada, bir avuç nefes. Kendimizce çözdük kendi sırrımızı. Kah konuştuk, kah koştuk, dinledik, dinlendik. Böyle böyle vakit geçti epey. Kalktık masadan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder