"...İsa'yı polise doğru
lttuğum zaman
ellerini el olarak tutmak istiyor ellerim..."
(a.m.ü.)
__________________________________________
Yaşlandığı vakit isminin ne kadar komik duracağından habersiz küçük İremsu düğün salonuna şık ve bir o kadar pahalı görünen anne/babasının önünde koşarak girmişti. Diğer davetliler de en az İremsu'nun anne/babası kadar şık ve pahalıydı. Bütün kadınlar üzerlerinde taşıdıkları pahalı kıyafetleri çok daha pahalı takıları, masa üzerinde başı boş bırakacakları portföy çantaları ve boyun kaslarına zulüm olan o ağır saçlarıyla bir geçit merasimine hazırlanmış gibiydiler. Erkekler ise ütüsüne çok dikkat edilmiş takımları ve ceplerinde her an birinin burnuna doğru uzatılacak şekilde duran kartvizitleri ve valeye teslim ettikleri araç anahtarının kaygısıyla durmaktaydılar.
İremsu düğün salonunundaki bütün kızlardan/kadınlardan daha güzel olduğunu düşünüyordu. Henüz 4,5 yaşındaydı ve babasını kıskandığından dolayı annesi gözüne çirkin görünmekteydi. Hem üzerindeki kıyafeti babasının parasıyla almışlardı, annesi de kim oluyordu ki? Kalabalık ve gürültüden biraz rahatsız olmuş olmalı ki, elindeki sihirli değneği salladı orta yere, hiçbir şey değişmedi. Oysa televizyonda defalarca görmüştü, büyü böyle yapılıyordu. Acaba sihirli kelimeleri mi söylemek gerekiyordu. Babasının oturduğu sandalyenin yanında dikilmeye başladı İremsu, altta çalan müzik ve insanların uğultusu devam ederken bir kadın geldi yanlarına. Evet İremsu ondan da güzeldi, bundan emindi. Kadın üzerindeki kıyafetin üst tarafını bir eliyle kapatıp İremsu'ya doğru eğildi, bu haliyle yemin etmeye çalışan bir insanı andırıyordu. Eli vicdanını kapatıyor ama kıçı bütün dünyanın gözleri önündeydi. İremsu'nun yanağından makas aldı, "sen ne kadar büyümüşsün böyle" minvalinde üçbeş kelime söyledikten sonra zeminde tekdüze sesler çıkaran topuklu ayakkabılarıyla uzaklaştı yanlarından. İremsu giden yeminli kadının arkasından bakarken birkez daha emin oldu, evet İremsu ondan çok daha güzeldi.
Düğün salonu gitgide kalabalıklaşırken gelen misafirlerden bazıları İremsu'ya benzer şeyler söyledi, yanağından makaslar aldı, hatta bir adam İremsu'nun kıyafetinin buruşacağını düşünmeden onu kucağına aldı ve salyalı bir şekilde öptü, yere geri bıraktı. İremsu çok sinirlendi, bu adam kesin diğer kadınların ajanı olmalı diye düşündü, onun güzelliğini kıskandıkları için kıyafetinin buruşmasını, saçının bozulmasını istemişlerdi. Elindeki sihirli değneği ortalık yere salladı ve "aptallar" dedi. Kıyafetini düzeltmeye başladı. Çok beğenmişti kıyafeti, annesi pahalı olduğunu düşünmüştü ama babası almıştı bu kıyafeti. Bembeyaz, fırfır etekli, gelinliği andıran bir peri kıyafetiydi bu, kanatları bile vardı. İremsu bu kıyafeti artan tüller ziyan olmasın diye patronunun baskısıyla diken Beşir'in düşündüklerinden hiçbir zaman haberdar olmayacaktı. Ne şimdi ne de büyüyünce Beşir'in ağzında sigarasıyla söve söve diktiği kıyafeti bitirdiğinde kendi maaşının yarısına satılacak bu kıyafete ne lanetler okuduğundan habersiz olacaktı. Parasını alamadığı fazla mesai saatinde İremsu'nun elinde bir sanat eseri! gibi duran sihirli değneği ayakçılık yapan Abdo'ya uzatırken "al lan bunu, söyle patron g.tüne soksun, hokus pokus olur" dediğini duysaydı İremsu dünyanın gerçekleriyle belki çok daha erken tanışmış olurdu.
Düğün salonu artık tamamen dolu sayılırdı. Gelin ve damat kendilerine ayrılan kısımda oturup bütün insanlara gülücük gönderiyorlardı, İremsu baktı, ve evet gelinden de daha güzeldi kendisi. Garsonlar masaları dolaşmaya, ikramlar dağıtmaya başladılar. İremsu sıkılmıştı, biraz daha oturdu babasının yanında, bazı çocuklar pistin orta yerinde koşturuyorlar, sağa sola çığlıklar atıyorlardı. İremsu onlara katılmayı düşündü ama sonra bu davranışının güzelliğine gölge düşüreceğini fark etti, vazgeçti. Aileleri tarafından pistten alınan çocuklardan sonra daha yüksek sesle bir müzik işitilir oldu mekanda, damat ve gelin orta yere çıktılar ve dans ettiler ilk şarkı bittikten sonra davetliler de çiftler halinde dansa kalkmaya başladı. İremsu babasının kendisini dansa kaldıracağından o kadar emindi ki babasının annesiyle dans ettiğini görünce büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Derken kendisini salyalı salyalı öpen adamın elinden tuttuğu bir erkek çocuğu geldi yanlarına, "bak bu benim yeğenim Enes" dedi adam "hadi siz de dans edin" Enes de yaşlandığında ismi komik duracak çocuklardandı. İremsu istemedi baştan ama babasının kendisine attığı kazığı düşününce kendini Enes'in kollarında buldu. Üzerinde acayip desenli bi takım vardı Enes'in, saçları özenli taranmıştı ve iki adımda bir İremsu'nun kıyafetine basıyordu. İremsu sihirli değneği masada bırakmış olmasaydı o pistte dans eden bütün bu insanları çekirgeye çevirebilirdi, neyseki böyle bir şeyi yapmamıştı. Müzik gitgide azalırken insanlar birer ikişer yerlerine dönmeye başladılar, Enes de İremsu'nun elinden tutarak pistin dışına çekti onu "hadi sevgilim gel" dedi, İremsu duyduğu şeye şaşırarak "ne yani biz şimdi sevgili mi oluk?" dedi, cevap alamadı, Enes onu masasına bıraktıktan sonra arkasına baka baka kendi masasına doğru ilerledi.
Sonra zaman biraz daha hızlı akmaya başladı, gelin ve damat ikilisi bütün masaları dolaştı, fotoğraflar çekildi, iyi dilekler sesli şekilde söylendi, garsonlar ikramları dağıtmaya devam etti, çocuklar pistte koşturdular, oyun havaları çalındı. Enes oturduğu yerden bir süre İremsu'ya bakmaya devam etti, İremsu ise hiç oralı değildi. Canı fena halde sıkılmıştı. Kendini çok yorgun ve kırılmış hissediyordu. Yanına gelen Enes'in ne dediğini dinlemeden uzattığı eli tuttu ve onun peşinden koşmaya başladı, sonra kendini bir kovalamaca oyununun içinde bulduğunu fark etti. Babasını aradı gözleri, onu bu durumdan kurtarması gerekmez miydi? Hem kıyafeti de saçları da bozulmuştu. Diğer kadınlara baktı, içi ferahladı. O şık ve pahalı kadınlar, şık ve pahalı topuklu ayakkabılarını çıkarmışlar ve çıplak ayakla oyun havası oynuyor, halay çekiyordu.
İremsu fena halde yorgundu ama bir yandan bu kovalamaca oyunu iyi gelmişti, bugün olanları unutmaya başlamıştı. İremsu bu yorgunluğun üzüntülere iyi geldiğini öyle bi kazımıştıki aklına, ilerleyen yıllarda bulduğu her organizasyona en önde katılıp beyninin bir kısımını kullanmamayı adet edinecekti kendine. Misafirler yavaş yavaş toplanmaya başladılar. Enes İremsu'dan önce ayrıldı, giderken onun yanağına bir öpücük kondurdu büyük insanların gülüşmeleri altında, İremsu yine sordu o soruyu "ne yani biz şimdi sevgili mi olduk?" yine cevap alamadı. Çok yorgundu, masada uyuyakaldığından bile haberi yoktu.
Evlerine döndüklerinde İremsu'nun annesi akşamki avamlığını ve makyajını jojova özlü ıslak mendil ile temizlemeye çalışırken babası İremsu'yu yatağına bıraktı yavaşça. O sıra gözlerini açan ve kafasında sürekli "sevgili mi olduk" sorusu dolanan İremsu babasının onu öptüğünü gördü. Ve yine emin oldu, dünyanın en güzel kızı kendisiydi ve Beşir'in nikotin kokan parmakları arasında dikilen bu güzelim elbise ona çok yakışmıştı. Sihirli değneğini kaybettiğini öğrendiğinde biraz ağlayacaktı ama Beşir'in değneği verdiği Abdo'nun değneğe küfrede küfrede üzerine tükürdüğünü bilemeyecekti hiçbir zaman.
Ve hiçbir zaman "İremsu Nine"nin bazı insanlara neden komik geldiğini anlayamayacaktı...
İremsu düğün salonunundaki bütün kızlardan/kadınlardan daha güzel olduğunu düşünüyordu. Henüz 4,5 yaşındaydı ve babasını kıskandığından dolayı annesi gözüne çirkin görünmekteydi. Hem üzerindeki kıyafeti babasının parasıyla almışlardı, annesi de kim oluyordu ki? Kalabalık ve gürültüden biraz rahatsız olmuş olmalı ki, elindeki sihirli değneği salladı orta yere, hiçbir şey değişmedi. Oysa televizyonda defalarca görmüştü, büyü böyle yapılıyordu. Acaba sihirli kelimeleri mi söylemek gerekiyordu. Babasının oturduğu sandalyenin yanında dikilmeye başladı İremsu, altta çalan müzik ve insanların uğultusu devam ederken bir kadın geldi yanlarına. Evet İremsu ondan da güzeldi, bundan emindi. Kadın üzerindeki kıyafetin üst tarafını bir eliyle kapatıp İremsu'ya doğru eğildi, bu haliyle yemin etmeye çalışan bir insanı andırıyordu. Eli vicdanını kapatıyor ama kıçı bütün dünyanın gözleri önündeydi. İremsu'nun yanağından makas aldı, "sen ne kadar büyümüşsün böyle" minvalinde üçbeş kelime söyledikten sonra zeminde tekdüze sesler çıkaran topuklu ayakkabılarıyla uzaklaştı yanlarından. İremsu giden yeminli kadının arkasından bakarken birkez daha emin oldu, evet İremsu ondan çok daha güzeldi.
Düğün salonu gitgide kalabalıklaşırken gelen misafirlerden bazıları İremsu'ya benzer şeyler söyledi, yanağından makaslar aldı, hatta bir adam İremsu'nun kıyafetinin buruşacağını düşünmeden onu kucağına aldı ve salyalı bir şekilde öptü, yere geri bıraktı. İremsu çok sinirlendi, bu adam kesin diğer kadınların ajanı olmalı diye düşündü, onun güzelliğini kıskandıkları için kıyafetinin buruşmasını, saçının bozulmasını istemişlerdi. Elindeki sihirli değneği ortalık yere salladı ve "aptallar" dedi. Kıyafetini düzeltmeye başladı. Çok beğenmişti kıyafeti, annesi pahalı olduğunu düşünmüştü ama babası almıştı bu kıyafeti. Bembeyaz, fırfır etekli, gelinliği andıran bir peri kıyafetiydi bu, kanatları bile vardı. İremsu bu kıyafeti artan tüller ziyan olmasın diye patronunun baskısıyla diken Beşir'in düşündüklerinden hiçbir zaman haberdar olmayacaktı. Ne şimdi ne de büyüyünce Beşir'in ağzında sigarasıyla söve söve diktiği kıyafeti bitirdiğinde kendi maaşının yarısına satılacak bu kıyafete ne lanetler okuduğundan habersiz olacaktı. Parasını alamadığı fazla mesai saatinde İremsu'nun elinde bir sanat eseri! gibi duran sihirli değneği ayakçılık yapan Abdo'ya uzatırken "al lan bunu, söyle patron g.tüne soksun, hokus pokus olur" dediğini duysaydı İremsu dünyanın gerçekleriyle belki çok daha erken tanışmış olurdu.
Düğün salonu artık tamamen dolu sayılırdı. Gelin ve damat kendilerine ayrılan kısımda oturup bütün insanlara gülücük gönderiyorlardı, İremsu baktı, ve evet gelinden de daha güzeldi kendisi. Garsonlar masaları dolaşmaya, ikramlar dağıtmaya başladılar. İremsu sıkılmıştı, biraz daha oturdu babasının yanında, bazı çocuklar pistin orta yerinde koşturuyorlar, sağa sola çığlıklar atıyorlardı. İremsu onlara katılmayı düşündü ama sonra bu davranışının güzelliğine gölge düşüreceğini fark etti, vazgeçti. Aileleri tarafından pistten alınan çocuklardan sonra daha yüksek sesle bir müzik işitilir oldu mekanda, damat ve gelin orta yere çıktılar ve dans ettiler ilk şarkı bittikten sonra davetliler de çiftler halinde dansa kalkmaya başladı. İremsu babasının kendisini dansa kaldıracağından o kadar emindi ki babasının annesiyle dans ettiğini görünce büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Derken kendisini salyalı salyalı öpen adamın elinden tuttuğu bir erkek çocuğu geldi yanlarına, "bak bu benim yeğenim Enes" dedi adam "hadi siz de dans edin" Enes de yaşlandığında ismi komik duracak çocuklardandı. İremsu istemedi baştan ama babasının kendisine attığı kazığı düşününce kendini Enes'in kollarında buldu. Üzerinde acayip desenli bi takım vardı Enes'in, saçları özenli taranmıştı ve iki adımda bir İremsu'nun kıyafetine basıyordu. İremsu sihirli değneği masada bırakmış olmasaydı o pistte dans eden bütün bu insanları çekirgeye çevirebilirdi, neyseki böyle bir şeyi yapmamıştı. Müzik gitgide azalırken insanlar birer ikişer yerlerine dönmeye başladılar, Enes de İremsu'nun elinden tutarak pistin dışına çekti onu "hadi sevgilim gel" dedi, İremsu duyduğu şeye şaşırarak "ne yani biz şimdi sevgili mi oluk?" dedi, cevap alamadı, Enes onu masasına bıraktıktan sonra arkasına baka baka kendi masasına doğru ilerledi.
Sonra zaman biraz daha hızlı akmaya başladı, gelin ve damat ikilisi bütün masaları dolaştı, fotoğraflar çekildi, iyi dilekler sesli şekilde söylendi, garsonlar ikramları dağıtmaya devam etti, çocuklar pistte koşturdular, oyun havaları çalındı. Enes oturduğu yerden bir süre İremsu'ya bakmaya devam etti, İremsu ise hiç oralı değildi. Canı fena halde sıkılmıştı. Kendini çok yorgun ve kırılmış hissediyordu. Yanına gelen Enes'in ne dediğini dinlemeden uzattığı eli tuttu ve onun peşinden koşmaya başladı, sonra kendini bir kovalamaca oyununun içinde bulduğunu fark etti. Babasını aradı gözleri, onu bu durumdan kurtarması gerekmez miydi? Hem kıyafeti de saçları da bozulmuştu. Diğer kadınlara baktı, içi ferahladı. O şık ve pahalı kadınlar, şık ve pahalı topuklu ayakkabılarını çıkarmışlar ve çıplak ayakla oyun havası oynuyor, halay çekiyordu.
İremsu fena halde yorgundu ama bir yandan bu kovalamaca oyunu iyi gelmişti, bugün olanları unutmaya başlamıştı. İremsu bu yorgunluğun üzüntülere iyi geldiğini öyle bi kazımıştıki aklına, ilerleyen yıllarda bulduğu her organizasyona en önde katılıp beyninin bir kısımını kullanmamayı adet edinecekti kendine. Misafirler yavaş yavaş toplanmaya başladılar. Enes İremsu'dan önce ayrıldı, giderken onun yanağına bir öpücük kondurdu büyük insanların gülüşmeleri altında, İremsu yine sordu o soruyu "ne yani biz şimdi sevgili mi olduk?" yine cevap alamadı. Çok yorgundu, masada uyuyakaldığından bile haberi yoktu.
Evlerine döndüklerinde İremsu'nun annesi akşamki avamlığını ve makyajını jojova özlü ıslak mendil ile temizlemeye çalışırken babası İremsu'yu yatağına bıraktı yavaşça. O sıra gözlerini açan ve kafasında sürekli "sevgili mi olduk" sorusu dolanan İremsu babasının onu öptüğünü gördü. Ve yine emin oldu, dünyanın en güzel kızı kendisiydi ve Beşir'in nikotin kokan parmakları arasında dikilen bu güzelim elbise ona çok yakışmıştı. Sihirli değneğini kaybettiğini öğrendiğinde biraz ağlayacaktı ama Beşir'in değneği verdiği Abdo'nun değneğe küfrede küfrede üzerine tükürdüğünü bilemeyecekti hiçbir zaman.
Ve hiçbir zaman "İremsu Nine"nin bazı insanlara neden komik geldiğini anlayamayacaktı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder