Her şey geçiyor. Acı, hüzün, keder, sıkıntı, sevinç, mutluluk, yoksulluk...
Ve en çok zaman geçiyor, öyle bir hızla akıyor ki, biz hiçbir şey fark edemiyoruz.
Sabahları zor kalkıyorum ne zamandır. Yatağın bir ucundan diğer ucuna dönmek kavuşmakla aynı şey benim için. Sol tarafında yatıyorum yatağın, odanın pencere olan tarafında. Sense sağ tarafına yatıyorsun ama hep yatağın orta yerinde uyanıyorsun. O yüzden bir ucundan bir ucuna dönmek yatağın, kavuşmakla aynı şey benim için.
Sessizce kalkıyorum, uyandırsam güzel olur seni de ama kıyamıyorum. Çoğunlukla da dayanamıyorum, uyandırıyorum seni. Sen gözlerin ışığa alışana kadar direniyorsun bana. Sonra uyanıyorsun sen de. İşte tam o sıra çiçek açıyor bütün mevsimler. Ya da ben öyle zannediyorum. Mutfakta oturuyoruz seninle, sen uyanmaya çalışıyorsun hala. Gözün yarı yumukken doldurduğun çay taşıyor yine masaya, bana bakıyorsun, gülüyorsun. Sen gülünce ezberimde olan bütün şiirleri unutuyorum bir anda.
Bir anda vakit öyle hızlı geçiyor ki. Nerede olduğumu bilemiyorum. Yürüdüğüm yolları, yaptığım şeyleri hatırlayamaz oluyorum. Elimi yüzüme atıyorum, bi terslik var sanki. Elimi yüzümde gezdiriyorum, sakalım her zamankinden çok daha uzun. Ayna arıyorum etrafımda, etrafım neresi onu bile bilmiyorum. Bir camın yansımasında bakıyorum kendime. Üç/beş tel ak saçımla birleşmiş kır sakallarıma takılıyor gözüm. Ki gözüm kendimi bile zor seçiyor aynada.
Sonra hızla aramaya başlıyorum. Ne kadar hızlı olduğumdan emin değilim. Hatta hiçbir şeyden emin değilim. Nerede olduğumdan, hâlâ ben olup olmadığımdan, dişlerimin takma olup olmadığını bile bilmiyorum. Acaba bir bastonum var mı? bastonla daha mı hızlı olur insan? Bilmediğim o kadar çok şey var ki? Neyi bilmediğimi bile bilmiyorum...
Sadece bir şeyden eminim. O da, ne aradığımı biliyor olmak. Seni arıyorum. Gençliğimden vazgeçtim, zaten gençliğimin de bir şeye benzediği yoktu. Seni arıyorum. Dizlerimin bağı çözülüverecekmiş gibi hissediyorum kendimi. Duvarlara tutuna tutuna, bulduğum bütün kapıları aralıyorum. Seslenmeyi deniyorum sana, nefes alırken çıkardığım hırıltılardan korkuyorum, bağıramıyorum.
Derken odanın diğer ucundaki balkonun havalanan perdesinin altından görüyorum seni. Bir sandalye çekmişsin, ayağının dibinde içinde çeşit çeşit ip yumaklarının bulunduğu bir leğen, elinde iki şiş, burnunun hemen üzerinde bi gözlük. Hani kedileri sevsen, diyeceğim ki "bir kedi eksik bu tabloda". Yanına geliyorum, bağı çözülen dizlerimin izin verdiği hızla. Yaklaşınca görüyorsun beni, kalkıyorsun, hiçbir şey demeden, gülümsüyorsun yine bana. Sen gülünce unuttuğum bütün şiirleri hatırlıyorum bir bir.
Kolumdan tutup, karşındaki sandalyeye oturmama yardım ediyorsun. Gençliğimizde konuştuğumuz gibi her şey. Bir balkon, sen, ben, sokaktan gelip geçen insanlar. Sana bakarken örgü örmeyi öğrendiğin o ilk gün geliyor aklıma. "Sevmiyorum" diyerek başladığın örgüyü kaç gün elinden düşürmeyişin. Hâlâ aynı açlıkla ördüğünü görünce aklıma takılıyor bi soru, beni de hâlâ aynı açlıkla seviyor musundur?
Sanki duydun bu içimden söylediğim şeyleri. Kafanı kaldırdın. Birden kendimden şüphelendim. İçimden söylüyorum diye dışımdan mı söyledim acaba hepsini, yaşlılık işte. Bana baktın gözlüklerinin üzerinden, güldün. Elini uzattın elimin üzerine, bu kadar sene sonra bile bunca yumuşak dokunabilen sen varsındır galiba bir tek.
Duvara dayalı bastonumu farkettim sonra. Hep sana anlattığım gibi, bastanomu aldım, iki elimi dayadım bastona, çenemi koydum ellerimin üzerine, bir sana baktım, bir gelip-gidene...
Bu sokak da ne bereketliymiş arkadaş, her şey geçiyor önünden; acı, hüzün, keder, sıkıntı, sevinç, mutluluk, yoksulluk... zaman, ama en çok zaman...
Sabahları zor kalkıyorum ne zamandır. Yatağın bir ucundan diğer ucuna dönmek kavuşmakla aynı şey benim için. Sol tarafında yatıyorum yatağın, odanın pencere olan tarafında. Sense sağ tarafına yatıyorsun ama hep yatağın orta yerinde uyanıyorsun. O yüzden bir ucundan bir ucuna dönmek yatağın, kavuşmakla aynı şey benim için.
Sessizce kalkıyorum, uyandırsam güzel olur seni de ama kıyamıyorum. Çoğunlukla da dayanamıyorum, uyandırıyorum seni. Sen gözlerin ışığa alışana kadar direniyorsun bana. Sonra uyanıyorsun sen de. İşte tam o sıra çiçek açıyor bütün mevsimler. Ya da ben öyle zannediyorum. Mutfakta oturuyoruz seninle, sen uyanmaya çalışıyorsun hala. Gözün yarı yumukken doldurduğun çay taşıyor yine masaya, bana bakıyorsun, gülüyorsun. Sen gülünce ezberimde olan bütün şiirleri unutuyorum bir anda.
Bir anda vakit öyle hızlı geçiyor ki. Nerede olduğumu bilemiyorum. Yürüdüğüm yolları, yaptığım şeyleri hatırlayamaz oluyorum. Elimi yüzüme atıyorum, bi terslik var sanki. Elimi yüzümde gezdiriyorum, sakalım her zamankinden çok daha uzun. Ayna arıyorum etrafımda, etrafım neresi onu bile bilmiyorum. Bir camın yansımasında bakıyorum kendime. Üç/beş tel ak saçımla birleşmiş kır sakallarıma takılıyor gözüm. Ki gözüm kendimi bile zor seçiyor aynada.
Sadece bir şeyden eminim. O da, ne aradığımı biliyor olmak. Seni arıyorum. Gençliğimden vazgeçtim, zaten gençliğimin de bir şeye benzediği yoktu. Seni arıyorum. Dizlerimin bağı çözülüverecekmiş gibi hissediyorum kendimi. Duvarlara tutuna tutuna, bulduğum bütün kapıları aralıyorum. Seslenmeyi deniyorum sana, nefes alırken çıkardığım hırıltılardan korkuyorum, bağıramıyorum.
Derken odanın diğer ucundaki balkonun havalanan perdesinin altından görüyorum seni. Bir sandalye çekmişsin, ayağının dibinde içinde çeşit çeşit ip yumaklarının bulunduğu bir leğen, elinde iki şiş, burnunun hemen üzerinde bi gözlük. Hani kedileri sevsen, diyeceğim ki "bir kedi eksik bu tabloda". Yanına geliyorum, bağı çözülen dizlerimin izin verdiği hızla. Yaklaşınca görüyorsun beni, kalkıyorsun, hiçbir şey demeden, gülümsüyorsun yine bana. Sen gülünce unuttuğum bütün şiirleri hatırlıyorum bir bir.
Kolumdan tutup, karşındaki sandalyeye oturmama yardım ediyorsun. Gençliğimizde konuştuğumuz gibi her şey. Bir balkon, sen, ben, sokaktan gelip geçen insanlar. Sana bakarken örgü örmeyi öğrendiğin o ilk gün geliyor aklıma. "Sevmiyorum" diyerek başladığın örgüyü kaç gün elinden düşürmeyişin. Hâlâ aynı açlıkla ördüğünü görünce aklıma takılıyor bi soru, beni de hâlâ aynı açlıkla seviyor musundur?
Duvara dayalı bastonumu farkettim sonra. Hep sana anlattığım gibi, bastanomu aldım, iki elimi dayadım bastona, çenemi koydum ellerimin üzerine, bir sana baktım, bir gelip-gidene...
Bu sokak da ne bereketliymiş arkadaş, her şey geçiyor önünden; acı, hüzün, keder, sıkıntı, sevinç, mutluluk, yoksulluk... zaman, ama en çok zaman...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder