Dilimizi tutuyoruz bu aralar. Ağzımız kapalı. Yemiyoruz, içmiyoruz uzunca bir süre ve konuşmuyoruz da. Oysa konuşmak bozmuyor bizi ama canımız istemiyor galiba. Evet aç ayı ne kadar oynamıyorsa, o kadar konuşmuyor da...
Eskiden Ramazan ayı geldiğinde lokantalar oruç vakti kapalı olur fakat iftara doğru açılırlardı. Sipariş edilen içli pideleri pişirirler, evde yemek yapanı olmayan bekarların karınlarını doyururlardı. Artık böyle olmuyor ne yazık ki? Bütün yeme/içme mekanları tam gün çalışıyor. Ağır işlerde çalışan insanlar sıcağı bahane edip tutmuyor orucu, bazısı mide sorunu diyor, bazısı da dalga geçer gibi "niyetli misin?" sorusuna "iyi niyetliyim" diye cevap veriyor.
Kahvehaneler de aynı şekilde. Eskiden Ramazan ayıyla beraber kapanan kahvehanelerin bahçelerine örtüler çekilmiş, bütün gün sigara içen adamlara çay servis ediliyor. Hatta bazı yerlerde kahvehanenin etrafı bile kapatılmıyor, uluorta insanlar yemeye/içmeye devam ediyorlar.
Peki bu bizi rahatsız etmeli mi?
Bana kalırsa oruç tutana saygı göstermek kişinin kendi bileceği iş. Oruç tutanın ise tutmayanlardan saygı beklemesine bence pek gerek yok. Oruç tutmak tek başına yemeden içmeden uzaklaşmak değil aynı zamanda kavgadan/gürültüden, hoşgörüsüz her şeyden uzaklaşmak demek. Yaşanan tablo üzücü fakat bu tablonun bu dünyada eleştirilmesi de gereksiz.
Bize gelince Ramazan ayıyla beraber üzerimize bir rehavet çöktü ki, sormayın. İftardan sonra açalım diyoruz Kıraathaneyi fakat ne mümkün. İftar yaptıktan sonra ellerimiz çaydan önce maden suyuna uzanır oldu. Ahir zamanın bize getirdiği kötü alışkanlık, çok buluyoruz, çok yiyoruz.
Yazılarımızla pek ortalıkta değiliz ama bütün kardeşlerimizle omuz omuza saf tutuyoruz, kendimizi tutuyoruz, dilimizi tutuyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder