1 Kasım 2013 Cuma

Şehrin Işıkları -2-

- Sahi kim bu Ahmet?

Sözde öksüz/yetim kalmış, bu kadar esnafın içinde hakkında doğru dürüst hiçbir şey bilen yok. Elektrikçide çalışıyor ama ne çıraklığı belli ne kalfalığı. Yüzünde de bi yara izi, hiç tekin biri gibi durmuyor. İyi de kim bu Ahmet? ve dahası Ahmet'in kim olduğuyla neden bu kadar ilgili Gözde? Tüm bunların içinden çıkmaya çalışırken telefonun sesiyle irkildi, telefonu o her zamanki ahenkli sesiyle açtı, konuya odaklanması birkaç saniyesini aldı ama kafasını toparlayıp telefondaki konuşmanın önemli yerlerini not etti, telefonu yine aynı ahenkli sesiyle kapattı.

Ahmet de kalkmıştı oturduğu yerden, "iyi oldu, kalksın gitsin nereye gidiyosa" diye geçirdi içinden. Sonra yine Ahmet'le ilgilendiği için kızdı kendisine. Gözde'nin daha büyük sorunları vardı. Bu şehirde kalmak için zor ikna etmişti ailesini ve şimdi bütün o söylediği sözlerin altında kalmak istemiyordu. Hem okulda kalan derslerini verip hem de kendi parasıyla geçinmesi gerekiyordu Gözde'nin. Çalışmaya başladığından beri doğru düzgün sosyal yaşantısı kalmamıştı zaten. Ders notları bulmak dışında okula da uğramaz olmuştu. Sınıf arkadaşlarının çoğu çoktan mezun olmuşlardı, sınavlarda gördüğü insanların çoğu yabancıydı. Allah'tan Gözde hiçbir ortamda yabancılık çekmiyordu. Gittiği her yerde birkaç dakka içinde kendisine yeni "kanka"lar bulması işten bile değildi. Yine de bazı bazı bu koca şehirde kendini küçücük hissetmesine hiçbir şey engel olamıyordu.

Bütün gün binbir çeşit insanla uğraşmaktan yorulduğu yetmezmiş gibi bir de toplu taşıma araçlarında yoruluyordu Gözde. Aslında iki hafta öncesine kadar Berk işten alıp evine bırakıyordu onu, rahat oluyordu ama Berk'le yollarını ayırması gerekmişti işte. Pişman değildi Gözde, Berk'ten önce de Umut ile ayrılırken benzer şeyler hissetmişti ama iki gün sonra her şey normale dönmüştü işte. Hayat, özellikle Gözde'nin hayatı başlı başına birine adanacak bir şey değildi ki zaten. Annesi ne demişti ona; "aklını kullan kızım, dünya seni değil, sen dünyayı dize getir". Gözde de bunu yapıyordu işte. Evet şu an için yanıbaşında askıya tutunan adamın koltukaltıyla burun buruna dört durak daha yol alması gerekiyordu ama bu dünyayı dize getirmek için gereken her şey Gözde de vardı; zeka ve güzellik.

Bikaç ay öncesine kadar üç ev arkadaşıyla beraber paylaştığı evinde tek başına kalıyordu artık Gözde. "Yanıma birkaç ev arkadaşı bulmalıyım" diye geçirdi içinden. Hem yeni arkadaşları olurdu hem de eskiden olduğu gibi akşamları canı sıkılmadan vakit geçirirdi. Tüm bunların yanında kira ve faturalar da hafiflemiş olurdu. Buzdolabını açtı Gözde, yiyecek pek bir şey bulamadı. Çalışmaya başladığından beri alışverişe çıkacak vakti bile kalmıyordu. Zaten işinden de memnun değildi ama yapacak başka bir şeyi yoktu. İşyeri hem evine uzak hem de sıradan bi sekreterlikten pek bi farkı yoktu. Karşı elektrikçide çalışan yabani Ahmet de cabası. "Yine Ahmet" diye tısladı dişlerinin arasından, son günlerde çok fazla söylüyordu bu ne idiği belirsiz adamın adını. Buzdolabının kapağında duran içki şişesine gitti eli, bir an tereddüt etti, açken sarhoş olmak pek iyi bir fikirmiş gibi gelmedi ama yine de kavramıştı şişeyi, oturma odasına döndü.

Bu evi okulun ikinci yılında tutmuşlardı kızlarla. Kalabalık bi grup olarak gelmişlerdi eve, erkeklerin ellerinde boya kovaları, kızlarda temizlik bezleri. Ne eğlenmişlerdi boya yaparlarken, işin orta yerinde boya savaşı yapmak kimin aklına gelmişti? sanırım Burak'tı diye geçirdi aklından, bütün haylazlıklar onun başının altından çıkmaz mı? Boş duvarda yanyana duran on kadar farklı el izine baktı gülümseyerek, ilk kadehini de o el izlerinin şerefine içti yüzünü buruşturarak. İkinci ve üçüncü kadeh kimin şerefineydi kendisi bile bilmiyordu, sade içiyordu o akşam Gözde. Saat geceyarısına yaklaşırken televizyonda aşırı neşeli müzik kanalı sunucusuna boş boş bakıyordu, izlediği program o kadar neşeliydi ki, içindeki üzüntüye anlam veremedi gözde. O an tek anlamlı şey midesinden hızla yukarı çıkan yakıcı sıvının banyoya kadar gün yüzü görmemesini sağlamaktı ama Gözde o denli sarhoştu ki banyoya kadar yürüyemeyeceğini düşündü. Yerinden kıpırdamadı, hangi ara kustu ve kusmuğunun kalıntılarını yutmaya çalışırken yeniden midesi bulandı ve yeniden bulanan midesi ne zaman Gözde'ye savaş açtı fark bile etmedi. Sonunda saat geceyarısı olduğunda kendi kusmuğunun içinde ağlayarak uyuyan Gözde için sihir sona ermişti.

Başının ağrısı, boynunun tutulması, gece boyu üşümesi bile sabaha karşı Gözde'nin olduğu yerde altına işemesi kadar onur kırıcı değildi. Kendi pisliğinin içinde doğrulup banyoya giderken hiçbir şey düşünmemeye ve pisilğine bakmamaya çalıştı Gözde, yeniden midesinin bulanmasını istemiyordu. Banyo da her zamankinden çok daha uzun kaldı bu defa. Utancının suyla beraber akıp gitmesi için dua etti ve bir çok şey için de dua etti. İçki içmeyeceğine söz verdi dualarının kabul olması karşılığında, sonra bu sözü tutamayacağını düşünmüş olacak ki bir daha tek başına bu kadar çok içmeyeceğine dair söz verdi. Banyodan çıktığında kendini yenilenmiş hissediyordu Gözde, gecenin kalıntılarını çöp poşetine doldururken morali biraz bozulur gibi oldu ama kendini toparlamayı bildi. Henüz hava ağarmamıştı. Şehrin ışıkları yanıyordu halen daha, halen daha insanlar günaha giriyor, halen daha insanlar günahlarının affedilmesi için dualar ediyordu...

Birkaç saatliğine de olsa yatağında yatmak istedi Gözde. Zaten uykuya dalması zamanını almadı hiç. Hemen uykuya daldı ve kendini bir rüyanın içinde buldu. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen uzun bir rüyaydı. Uzun bir koridordu ilerliyordu Gözde. İlerledikçe duvarda bulunan düğmelere basarak önünü aydınlatıyordu. O önündeki ışığı yakmak için düğmeye bastığında arkasında yanmakta olan ışık sönüyordu. Onlarca ışığı yakarak ilerledi rüyasında. Bir sonraki düğmeye bastığında bir terslik oldu, yeni ışık yanmadı ve arkasında ışık söndü. Karanlığın ortasına kendini boğuluyormuş gibi hissetti Gözde, sonra birden her yer aydınlandı, karşısında onlarca erkek vardı. İçlerinde tanıdıkları vardı, daha doğrusu eski erkek arkadaşlarından birkaçı, duygusuz gözlerle ona bakıyordu hepsi. Gözde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu bütün bu bakışların içinde, derken omuzunda uzun bir merdiven taşıyan biri geldi, Gözde adamın yüzünü görememişti ama Ahmet olduğunu biliyordu. Yanan ampulün altına yerleştirdi Ahmet merdiveni, en üst basamağına çıktı, elini uzattı ve akkor ampulü çevirdi, her yer yeniden karardı, birkaç saniye kendini yeniden boğulacakmış gibi hissetti Gözde, ışıklar yeniden yandığında kimse kalmamıştı ortalıkta, Gözde uyandı.

Otobüste ruh gibiydi Gözde, sanki hiç yer kaplamıyordu. İkide bir telefonunu çıkartıp saate bakıyordu. Acelesi yoktu, yetişecekti işe ama kendini huzursuz hissediyordu. Dün geceki hali üzerine yapışmış gibiydi, birileri anlayacak diye korkuyordu. Sabah uyandıktan sonra hazırlanması çok uzun sürmüştü. Her ay yeni kataloglara bakarak aldığı fondoten utancını kapattığında biraz rahatlar gibi olmuştu ama bu defa da rüyası aklına gelmişti. O nasıl bir bilinçaltıydı öyle, her şeyi alt üst etmişti.

Bütün bu düşüncelerinin arasında işyerinin durağında indi Gözde, birkaç dakika da yürümesi gerekiyordu. Canı kahvaltı yapmak istemediği için uzaktan gülümsedi pastanedeki poğaçacı çocuğa. Sabah işe/okula yetişme telaşında olan insanların arasında yüksek topuklu ayakkabılarının çıkardığı o kendinden emin sesle dün gecenin düşüncelerinden yavaş yavaş sıyrıldı Gözde. İşyerine gitti, her zamanki gibi bilgisayarını açtı, radyodan neşeli bir kanal ayarladı, bir iki yerin tozunu aldıktan sonra çiçekleri suladı, masasına oturdu ve ajandaya bakarak o günki işleri düzenlemeye başladı. Bir ara içine bir korku doldu, kafasını kaldırdığında masanın karşısında dikilen Ahmet'i gördü, gözlerini yumdu ve yeniden açtı, Ahmet olduğu yerde hiçbir şey söylemeden öylece duruyordu. Çığlık atmakla atmamak arasında gidip gelirken birden hiddetlendi. Sesinin tonunu ayarlamasına fırsat bile kalmadan bağırdı Ahmet'e,

- Ne arıyosun sen burda? Kimsin sen?...


(hikayenin öncesi için "şehrin ışıkları -1-")

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder