- Merhaba gelenlere...
- Bazı sabahları erken uyanınca bir arkadaşımla lafladığımız bir kahvehane var. İki bardak çay içecek kadar zamanımız kalıyor o zaman oturuyoruz bir masaya çayımızı içip işimize dağılıyoruz. Genelde hep aynı servisi kullanan işçiler veyahut başka servisleri bekleyen işçiler oluyor. Tabi bir de Çakmakçı Dede var...
- Her sabah kahveye saat yedi buçukta geliyor Çakmakçı Dede, yüksek perdeden bir selam veriyor, yakınındaki masaları tek tek dolaşıp tokalaşıyor insanlarla. Hal hatır soruyor illa ki. "Dedenin kantı nerde?" diye kahveciye bağırıyor. Şerbetini içiyor sessizce...
- Çoğu zaman da pek sessiz kalamıyor. Özellikle gençlere sorulor soruyor, standart Türk usulü sohbet başlatma soruları bunlar. Memleket neresi? Nerde çalışıyorsunuz?...
- Senelerce çakmak tamiri, çakmaklara gaz dolumu yapmış bir köşede. Seyyar tezgahı varmış. Tespih, çakmak, tırnak çakısı bulabildiğiniz tezgahlar vardır ya, işte onlardan...
- Ninesi var mı yoksa yalnız mı bilmiyorum? Ama yalnız olduğunu düşünüyorum yoksa her sabah saat yedi buçukta ne yapsın kahvede? Gerçi evli/barklı çoluklu/çocuklu müdavimlerle dolu bütün kahveler belki de Çakmakçı Dede de öyledir...
- Sigara içen gençlere "yapmayın yavruceğizlerim, canınıza yazık canınıza" diye bağırıyor Çakmakçı Dede...
- Bu sabah tokalaştık mesela, elleri nasırlı, kırış kırış ve soğuktu. Yalnızlığına verdim ben soğukluğunu, çünkü yalnız insan çok üşür...
- Ben hep kalabalık bir aile içinde yaşlanacağımı düşündüm. Hatta hep yaşlandığımı bile geç farkedeceğimi düşündüm. Çoluk çocuk, yaşama telaşı derken birgün bir bakıcam yaşlanmışım. Sürekli kullandığım ilaçlarım var. Emekli maaşı kartım var. Nadiren kullansam da bastonum var (ki bi tane gerçekten var, büyük dede yadigarı)...
- Ama hayat çok acımasız (evlerden ırak) tek başına yaşlanmak da var...
- Hem yalnızlık insanı daha da çabuk yaşlandırır...
- Bütün bunları düşününce insan "gideyim sevdiklerime sıkı sıkı sarılayım" diyor, yapıyorum da ama işte ne bileyim hep bi mahçup oluyorum sonra. Ama telefonu sevmek, arabayı sevmek, bir kazağı sevmek ne kadar kolay değil mi?...
- Bir insanı sevmek çok daha kolay ama dile getirmek zor. Ben biraz da nazardan mı korkuyorum? Yoksa nazarı kendime bahane mi ediyorum bilmem...
- "İlle gerek mi özlediğimi söylemek ya da sevdiğimi" diyen Zarifoğlu gibi içe dokunan şeyler yazsam sayfalarca belki affettirebilirim kendimi ama onu da yapamıyorum...
- Bence Çakmakçı Dede de söyleyememişter sevdiğini layıkıyla, belki o yüzden buz gibi havada saat yedi buçukta gelip kareli örtüler üzerinde kant içiyordur, belki uykusunda okşamıştır çocuklarının başını ama ellerinin kırışmasına çare olmamıştır, belki herkes sırayla giderken o arkalarından sadece bakmıştır...
- Bu yazı Çakmakçı Dede'ye ithaf edilecek anlaşılan, öyle de olsun zaten...
- Bir de Zarif abimden başka bir dize ekleyelim şuraya;
"...Kendi kendine ardaşak kaçağı
Arada bir bakınır ne yaptığına
Süresiz kapılır tablolara yangelir
Ve oturdu mu bir masaya
Hakkını verir çay içmenin
Bu adam kitapların uçlarına
Çizilmiş itilmiş resim
Korkmadan yaşar tebessüm gösterir
Ağır başıyla nöbet alır
Dağdan kaçar şehri çevirir
Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına..." (a.c.z.)
- Yazıyı okuyanınız varsa gitsin sarılsın sevdiklerine, bir gün illa ki geç olacak nasılsa, o zaman oturur sızlanırız ya da ardımızdan ağlatırız, o zamana kadar fırsat varken yapalım işte...
- Bu da böyle dursun burda, bir sonraki sefere görüşmek üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder